17 Ocak 2014 Cuma

Özlem

Ben çerçevelerin arkasına gizlenmiş anılar,
Senin adın Özlem.
Ben çöpe fırlatılmaktan son anda kurtulmuş kağıtlar
Senin gülüşün hafızam.
Sana sarıldığım huzur dolu gecenin ardından
Unut beni Özlem.
Şu sıralar ne ben senin, nede sen benim olabilirsin.
Senelerin ardından doğacak pembe güneş ile
Bir sabah birleşecek gözlerimiz
Ve tekrar aşık olacağız o sabah.
Bu sefer tek gecelik değil,
Ömürlük sarılacağım beline.
O vakte kadar sil beni gözlerinden Özlem.
Alışmasın bana, sıkılmasın benden gözlerin.
Bir gün zaten göreceksin
Buz kesmiş odunların gözlerimin içinde
Nasıl volkan olup taştığını.
O zamana dek ölü bil beni Özlem.
Seninle yeniden doğmaya gelene dek.
Bir an önce özgür ol Özlem
Kalbin bana tutsak düşene dek.

Dolunay

Dolunayın verdiği hüzün ışığının ardında gizlidir.
Bastırılmış ruhlar beyaz gökkuşağı olur,
Onun çevresinden gök yüzüne savrulur.
Kaçışları öyle sarsar ki insanı;
Kulaklarda acı melodiler dolaşır.

Ey Dolunay;
Boz şu asırlık sessizliğini.
Kinini dök sana küfreden acımasızlara,
Kalbinden parça bırak umutsuz aşıklara,
Rengini ver kirlenmekten kurtulamamış temiz bedenlere.

Herkes der ya güneşten çalmışsın ışığını
Ben inanırım ışığın gücündendir,
Yıldızlar alır senden ışığını da
Gece olur aydınlatamazsın.

Bu gece salın gökyüzünde evrenin gizemli kadını
Aşk acısıyla ağlasın bedenim.
Göz kırp ardından alımlı alımlı
Umutsuz gözyaşlarıma umutlu bir bakış atayım.
Sonra da yavaş yavaş veda et
Bana ve yokolmuş gökyüzüne
Bende yeniden rüyasız uykularıma döneyim.
Uzun bir sessizlik içinde...

3 Ocak 2014 Cuma

Varolmamış yaşamdan bir kesit


 Küçük bir evin çatı katında yaşıyorum. Şömineme bir kaç odun atıyorum. Koltuğuma oturuyorum kapıyı ardına kadar açık bırakıp o kadını bekliyorum. Bu gece geleceğini biliyorum. 

Onunla çok fazla konuşmazdık. Kelimelerin bizi anlatmayacağını bilirdik. Birbirimizi izler ve nefeslerimizi dinlerdik.

Çok zaman geçmeden topuklu ayakkabısının sesleri kulağıma ilişiyor. Merdivenleri şehvetle yarıyor sesler. Elleri korkuluklarda yumuşak dokunuşlarla geziyor. Kalçasını savura savura bana doğru geliyor. Sadece onu dinliyorum ve hissediyorum. Düşünceler geçiyor aklımın bir köşesinden. Her sözcük, tek tek, bir melodi gibi çınlıyor kulaklarımda... Aldırış etmiyorum, dinliyorum.
Yorgun ve solgun ifadesini kapatmak için yaptığı makyajı yanıma gelince siliyor. Karşıma oturuyor.
 "Çirkin değilsin." diyorum. "Hiç olmadın."
 "Görünmek istemiyorum" diyor.
 "Makyajı hem yapmak, hem silmek için aynaya bakman gerek".

Susuyor. Titreyen ellerini tutuyorum.Benden kaçırmaya çalıştığı gözlerinin içine bakıyorum. "Rahatla..." dediğim halde hiç rahatlamayacağını biliyorum. Ateşin yanına gidiyorum. Bir bardak su alıyorum elime: "Sen bu ateşsin. Bu su da insanların görmek istediği sen." Suyu ateşe fırlatıyorum. Kayboluyor. Ardından bir kova su getiriyorum. "Bu su da bu ateşte sensin. Su insanlar için tasarladığın sen ateş ise gerçek sen." Bu sefer bir kova suyu ateşin üzerine döküyorum. Ateş sönüyor. "Şimdi ne manası kaldı ateşin sıcaklığının, ışığının? Üstelik üzerine su dökmemize ramen odun parçaları orada duruyor, kurusalar çürüseler de zamanla, yanmak için her orada olacaklar."
Yerinden kalkıyor. Şömineye bir odun atıyor. Çantasını karıştırıp makyaj malzemelerinin içinden bir çakmak çıkartıyor. Biraz çalı, biraz çırpı biraz kozalark. Odunları yeniden ateşe veriyor.
Onu dinliyorum.  Olduğum yerde hiç tekpi vermeden izliyorum. Ateşin büyüleyici sesi ve titrek ışığı teniyle buluşuyor. İnsanı titretecek delici bakışlarla ateşe bakıyor. Bir an onunla ateşi ayırmakta zorlandığımı hissediyorum.

"Kendimden vaz geçmedim. Henüz değil". 

Yutkunuyorum. Üzerimde bir ürperti hissediyorum. Sanki açık kalan bir camdan belli belirsiz esen rüzgar bedenimi ele geçiriyor. Yerime oturuyorum, o da başını kucağıma koyup uzanıyor.
Sabaha kadar yanan odunların çıkardığı sesi dinliyoruz. Güneş doğarken kucağımda uyuyakalıyor. Uyurken dudakları gülüyor. Onu izliyorum bir süre...
Uzun bir süre...