19 Kasım 2013 Salı

Labirent

Kes sesini. Yeter artık, konuşma. Takip edemiyorum seni yoruluyorum. Susturamıyorum, dinmiyorsun. Beni bitiriyorsun. Yavaş yavaş ölüyorum.
Özgürlüğe koşmak istiyorum. Acı içinde kıvranarak ölüyor ruhum. Beynim hiç susmuyor, ruhum daha çok ölüyor. Kulaklarımı tıkayınca geçmeyecek ki bu tantana. Anlayamıyorum onu, ne demeye çalışıyor, ne diye bu kadar çok konuşuyor. Dinlemeye yoruldum. Sessizliği özledim. Yanan kömür gibi düşüncelerim. Ciğerlerimi yakıyor kokusu, gözlerimi acıtıyor dumanı, siyahlar içinde kara bir ışık... Hep yanımda tüm hüznüyle. Kör olayım görmeyeyim, sağar olayım işitmeyeyim, dursun da şu beyin ne gelirse gelsin başıma.
Dar koridorun içinde çılgınlar gibi koşuşturarak ışığı arıyorum. O ışık sessizlik... Bir sürü kapı var, kilitli açamıyorum, yalnızım. Arıyorum sadece arıyorum. Nereden geldiğini bilmediğim ışık hüzmeleri gerçek ışığı bulmama yetmiyor. Bulmalıyım. Koşuyorum, koşuyorum... Telaşlıyım. Her kapıyı deniyorum, zil yok ses yok, açan yok, koridorun sonunda ışık yok. Duygu yok, düşünce çok. Durmadan arıyorum.
Peki ya sonuç?
Kendimi bir labirentin ortasında, haritasız kalakalmış buluyorum. Tam ortasındayım. Hiç ilerleyememişim gibi... Bir boşluk bulup labirente tepeden baktığımda fark ediyorum. Terk edilmiş, soğuk, hissiz, çıkışsız bir bulmacanın içindeyim. Işık sadece benim ama beni aydınlatan kimse yok.
Çevreyi aydınlatacağım derken kaybetmişim benliğimi. Hiç ben olamamışım ki... Ben sadece bir hiçmişim. İnsanların gerektiğinde kullandıkları... Kendi yaralarımı daha saramadan, başkalarınınkini kapatmışım elimde olmadan.
Ben isyankarım, beynim benden isyankar. Yuvarlanıyoruz sonu olmayan uçurumdan. Nereye kadar?