9 Aralık 2013 Pazartesi

Ayna

Bu gece beni ağlatır mısın kadınım? İstanbul boğazına karıştırır mısın göz yaşlarımı? Kaybolmamı sağlar mısın yalnız köşelerde? Dağıtır mısın bedenimi bir yumruk darbesiyle oraya buraya? Parçalar mısın düşüncelerimi parça parça?
Bir ayna var önümde. Aynanın içinde ne ben varım, ne de hayat. Ayna üzgün; göz yaşlarını bana yansıtıyor. Bu sefer ben aynanın yansımasıyım. O nasıl beni hiç olduğum gibi gösteremedi ben de onu olduğu gibi gösteremiyorum bu gece. Ağlamak istedi o cayır cayır yangının ortasında, bense bakakaldım yokolmuşluğa. Donuk zamanın içinde yavaş yavaş düşmeye çalışan kum taneleri gibiydik.
Bir süre sonra kalbim yavaşladı ağırlığından. Aynanın içinde kaybolmuş suratlar, hatırlanmayan anılar vardı. Bir rüyaya dalı verdim yaşamın ıslak kalmış köşelerine doğru. Hiç bir taşın yerine oturmadığı, hiç bir zaman kurumayan ara sokaklardan geçtim. Unutulmakla boğuşan cansız bedenlerle dolaştım pis yolları. Kalbimi hissedemediğimde aniden uyandım. Aynayı hiç bir zaman yansıtamayacağımı anladım. O da beni gösteremeyecekti.
Görünmezdik ikimizde. İçimizden herkes geçip gitti. Herkesi gördük, onlar bizi görmedi. Sonra görünmeyen yüzlerimizde, bedenlerimizde, olmayan yansımalarımızda kaybolduk. Görünmeyene aşık olduk.
Birbirimizi kırdık, parçaladık ama hiç göremedik. Aşkı sadece hissedebildik. Herkes aşkın kör gözünü kelimelerde aradı; biz aşkın gözünü kör ettik. Kapkaranlık bulutların içinde savrularak kaybolduk.
Görünmeyen sevgimiz dinmedi...
Şimdi sadece "ağlat beni" diyorum. Belki göz yaşlarımın ardından gözlerini görebilirim diye...

19 Kasım 2013 Salı

Labirent

Kes sesini. Yeter artık, konuşma. Takip edemiyorum seni yoruluyorum. Susturamıyorum, dinmiyorsun. Beni bitiriyorsun. Yavaş yavaş ölüyorum.
Özgürlüğe koşmak istiyorum. Acı içinde kıvranarak ölüyor ruhum. Beynim hiç susmuyor, ruhum daha çok ölüyor. Kulaklarımı tıkayınca geçmeyecek ki bu tantana. Anlayamıyorum onu, ne demeye çalışıyor, ne diye bu kadar çok konuşuyor. Dinlemeye yoruldum. Sessizliği özledim. Yanan kömür gibi düşüncelerim. Ciğerlerimi yakıyor kokusu, gözlerimi acıtıyor dumanı, siyahlar içinde kara bir ışık... Hep yanımda tüm hüznüyle. Kör olayım görmeyeyim, sağar olayım işitmeyeyim, dursun da şu beyin ne gelirse gelsin başıma.
Dar koridorun içinde çılgınlar gibi koşuşturarak ışığı arıyorum. O ışık sessizlik... Bir sürü kapı var, kilitli açamıyorum, yalnızım. Arıyorum sadece arıyorum. Nereden geldiğini bilmediğim ışık hüzmeleri gerçek ışığı bulmama yetmiyor. Bulmalıyım. Koşuyorum, koşuyorum... Telaşlıyım. Her kapıyı deniyorum, zil yok ses yok, açan yok, koridorun sonunda ışık yok. Duygu yok, düşünce çok. Durmadan arıyorum.
Peki ya sonuç?
Kendimi bir labirentin ortasında, haritasız kalakalmış buluyorum. Tam ortasındayım. Hiç ilerleyememişim gibi... Bir boşluk bulup labirente tepeden baktığımda fark ediyorum. Terk edilmiş, soğuk, hissiz, çıkışsız bir bulmacanın içindeyim. Işık sadece benim ama beni aydınlatan kimse yok.
Çevreyi aydınlatacağım derken kaybetmişim benliğimi. Hiç ben olamamışım ki... Ben sadece bir hiçmişim. İnsanların gerektiğinde kullandıkları... Kendi yaralarımı daha saramadan, başkalarınınkini kapatmışım elimde olmadan.
Ben isyankarım, beynim benden isyankar. Yuvarlanıyoruz sonu olmayan uçurumdan. Nereye kadar?

30 Ekim 2013 Çarşamba

ODA

   Bir çığlık... İçimdeki kalabalığı susturmaya yetmez bazen. Bazen de sessizliği bir an olsun bozar.
   Kapkaranlık bir oda, simsiyah duvarlar, eskimiş, ahşap, gıcırdayan parkeler, beyazken kirlenip simsiyah olmuş, yırtık, küçük bir camdan, hafif bir rüzgar esintisiyle uçuşan perdeler. Odanın ortasında yanan ama bitmeye yüz tutmuş bir mum. Alevi titrek, görünmeyen gözyaşlarını etrafa saçıyor. Ardından bir çığlık. Odanın içinde bir duvardan öbür duvara vurarak yankılanan, acı dolu... Sanki hiç bitmeyecek gibi. Karanlığa bile hapsolmayan bir ses. Odanın dışındakiler hiç duymadı. Odanın dışına hiç çıkmadı o ses. Kim var orada diye kimse dönüp bakmadı.
   Odanın içi ne kadar siyahsa dışı da o kadar beyazdı. Olup biteni kimse merak etmedi. Halbuki dışı gerektiğinden fazla beyazdı. Duvarlar çok kalındı. İçinden hiç dışarı çıkamadım. Perdeler dünyayı olduğu gibi gösterecek kadar şeffaftı ama ışığı hiç bir zaman geçirmedi. Hiç bir canlı yaşayamazdı içeride ama ben hep oradaydım.
   O izbe oda benim zihnim. Geçmişi geleceğe bulanmış; güçsüz bir yer. Duvarları kalın olduğundan bir o kadar da güçlü. Dışarısı kalabalık ama içerisi bir o kadar yalnız. Gün dışarıya hep doğar ama içerisi bir o kadar karanlık. İçinde bunların farkında olan kanayan bir kadın. Ne çıkmak istedi dışarı, ne de içeride kalmak...

Şiir

Acı çekene saygı

Tanrıyla aynı fikirde değilim
İntihar edenlerin
Cehenneme gideceği konusunda.
Kainatın yaratılışına
Katılmaktan bıktığında ruhum,
İntihar edeceğim bende
Denenmemiş bir yolla.

Neredeyse bütün akıllı kalpler
İntihar edip siktir çekmiş yer yüzüne.

Ben ateist değilim, babasıymış gibi
Tanrıya küsen bir çocuğum.
Eğer tanrı intihar edenleri ve Nietzsche'yi
Cehenneme gönderirse
Cehennemde yanmayı tercih ederim bende,
Tanrı dürüstlüğü sever.

Tanrının hayal gücünü beğenmiyorum.

Ben tanrı olsam
Peygamber göndermez
Direkt konuşurdum insanlarla.

Ben tanrı olsam
Hitler'i iyi kalpli bir yahudi olmakla cezalandırırdım,
Yahut yetenekli bir yazar yapardım onu.
İçindeki kötülüğü insanlara değil
Tuvallere boşaltırdı.

Ben tanrı olsam
Devletler yok olur
Gül kokulu bireyler var olurdu sadece,
Atlar çılgın zamanlar koşardı.

Ben tanrı olsam
Düşünce gücüyle herkesin
İstediği karakter olmasını sağlardım,
Dünya bir şiirin
Yaratılım sürecine dönüşürdü böylece.

Ben tanrı olsam intihar ederdim.
İnsanlarla birlikte
Acı çekmeyi öğrenemediğim için.

Cesar Mendoza

14 Ekim 2013 Pazartesi


  
  Şimdi kendinizi loş bir kütüphanede hayal edin. Tüm duvarlar kitaplarla kaplı, bulunan boşluklara birkaç kandil yerleştirilmiş. Sizde elinizde bir ateş tutmaktasınız. Bir süre çevrenize bakındıktan sonra nereye ilerleyeceğinizi kestiriyorsunuz.  Kimsenin elini sürmediği tek bir raf var, işte hedefiniz. O raf hakkında anlatılan rivayetler korkunç! Ama merak bu ya, kararınızdan dönmüyorsunuz. Rafa doğru yürüyüp, elinizi uzattınız, çekip çıkardınız kitabı. Bulduğunuz bir sandalyeye oturdunuz. Kandilinizin ışığında kitabı açtınız. Siyah yaprakları olan tozlu bir kitap bu. İçindeki yazıların beyaz kalemle yazılmış fakat kitap o kadar kirlenmiş ki o beyaz harfler griye dönmüş. Belli ki okumaya cesaret eden nadir insanlarsınız. Şanslısınız, bir tarihe tanıklık ediyorsunuz. Kitabın kapağı boş. Kapağın iç tarafında sol üst köşeye iliştirilmiş alelade bir etiket ve dağınık bir yazıda DeadlyIdea yazıyor, "bir kısır döngünün içine hapsolmuş ölümcül fikir."
  Bloga Hoş geldiniz...