29 Ekim 2018 Pazartesi

Bir “Az”

Kim, neyi, ne yapsın?
Cızırtılar ve boşluklar ve nerede olduğumu çoktan kaybetmiş olduğum kanallar arasında bir uğraktan diğerine yolcuyum.
Gözlerimde hayaller boyalı ve ardı dünyalar süslü, ellerimde bir fırça ve koskoca bir palet.
Kim koydu beni bu sahneye?
Gözlüğümü çıkartıp yeniden takıyorum,
Şimdi...
Hangi sahne kollarımdan sallanıyor ve ayaklarıma akıyor,
Hangisini genişletiyor ellerim ve boşluğuna atlıyorum?
Uzayda kimin ayak izleri gezinir ve görkemli ay bize bu gece kimi gösterir?

Dudaklarımı süpüren yarıklar ve çatlaklar,
Akşamdan kalma bir bezelye tanesi dişimin arasından bana gülümsüyor, bende ona gülümsüyorum. Dudaklarımın kenarları titreşerek ağır yanaklarımı taşımaya başlıyor, şakaklarımdan uzanan iki görünmez ip onları yukarı çekmeye yardımcı oluyor, birkaç çizik beliriyor ve işte burada burnumu farkediyorum. Hiçbir nefese tepki vermeyen burnumu, öylece bekleyen ve sadece nefesi taşımaya kanal olan burnumu. Ciğerlerimin heyecanlı alış verişini takip etmek oldukça zor.

Yukarı uzanan yanaklarımı sırtlayan dudaklarım hoşnutluğun kuvvetiyle sulandığında göz kapaklarım birbirlerine yaklaşıyor ve çevresinde serçe ayağını andıran izler kendilerini belirginleştiriyor. Bir beyazlık görüyorum ve alacalı bir kahverengi. Burası gözlerim. Orta yerinde kapkara bir daire. Çukur...
Gözlerimi kırpıştırıp aynaya yaklaşıyorum, gözlerimin siyahına vuruyor silüetim,
Gözlerimde başka kimler var?

Zihnim biraz bulanık, belki ışığa ihtiyacım var,
Belki biraz uyumaya.
Bütün bir gün uyudum. Belki de uyanmamaya ihtiyacım vardı. Küçük bir yerde zihnim; onu karanlık bir odaya kapattım. Biraz tanıdık burası. Korkularıma burada sarılırım.

Sessiz gürültüler ve ıslak duvarlardan akan nemli yalnızlıklar var çevremde. Burnum rutubet soluyor ve kulaklarım nefes seslerimle dolu. Sarmalandığım çöpleri dışarıya süpürdüm. Kıyafetlerimi ve ayakkabılarımı kapıyı kapatmadan hemen önce ardına bıraktım.
Sinirli bir ılıklık var havada ve duvarlarda eksik pencereler.
Ayaklarımın altında bir dünya var. Biraz titremekte şu sıra, birde rüzgar esti mi sallanır içi dışına.
Ellerimde kasırgalar koptuğunda dizlerime kadar uyuşurum
Avuç içlerim sonunda sırtımda, dizlerim yıkılır odanın ortasına,
Katlanır bedenim kendi boşluğuna
Konu ben değilim aslında.
Belki burası odanın ortası değil, belki oda köşeli bile değil. Yinele gözlerimi kapattığımda merkezim benim ve bunların hiç biri benimle alakalı değil.
Bedenin sızlıyor bir kadını anladığımda ve bir adam ağladığında.
Düşünceleri kamçılıyor bedenimi nefretin
Bu gün defterime çiçekler çizmeyeceğim.

Kimler var gözlerimde?
Boşaltıyorum bakışları damlalarla, sende orada mısın?
Kendimden kendime bulaşıyorum, gök üzerime iniyor
Ayaklarım topraktan ayrılıyor,
Tek bir notayım tınıyan.

Aynada gördüklerime anlatacak bir şeyim kalmadığında
Kendimle konuşamamak değil bu.
Derinlemesine kenetlenmiş aynalarda gezinmek belki.
Peki hangisi gerçek?

İnancım sarsılıyor ve soyutluklar başka gözlere göründüğünden daha somut bir halde düşüyor gerçekliğime. Önümde yığılı tesadüfler silsilesi ve ahenkli tutarsızlıklar, karşılıksız karşıtlıklar ve çatışmaların titreşimlerinden doğan pek estetik vurgular.
Önüme yığıldılar çünkü az önce ceplerimi boşalttım.
Öyle yürürken yoluma fırlayan birkaç anı avucuma doldurup oyun hamuru gibi oynamak sadece bir fikirdi. Şimdi ağız dolusu bir balçık gibi gölgeleri. Yutamıyorum.
Biriktirdiklerim var ağzımda ve arada kusup, tükürüp bitirdiklerim.
Sıcak ıslak salyalarım  dudaklarımdan akıyor ve pür beyazlığı koklayan burnum yansımalara boşalıyor.

Rüyaların arasından bir merdiven çiziyor koca siyah adam ve koca siyah kadının kollarına dolanıyor. Uzanıyor köklerine bir sarmaşık gibi mağaraların, dans ediyor duvarlarında. Gölgeleri kaybeden bir ışık parlıyor doğurganlığına keskin tepelerin. Bir an körlük ışığın ellerinde eriyor.
Merdivenlerin başına geldiğimde tüm kaos uyuyor
Ve adam
Ve kadın varlığın satrancında buluşuyor.
Oyun diziliyor gece gündüzün üzerine
Adımlarım saydığımda; ilk hamle!
Bir kayığın bağlarını kıyıdan koparması gibi başlatıyor sonsuz dizlimi,
Olasılıklar bir çiçeğin yapraklarına dönüşüyor ve renklerle buluşuyor hislerim.

Penceremin önünde yağmura karışmış çiğ damlaları...
Sabah olmuş...
Mahmurluğumun sislerini aralıyorum.
Ciğerlerim kalbimle hızla atmakta.
Dişlerimden biri gecenin yükünü taşıyor.
Bir bezelye tanesi,
Daha ne olabilirdi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder